Ömer Faruk HAMURCU yazdı...

Ömer Faruk HAMURCU yazdı…

Ömer Faruk HAMURCU yazdı...
BENİM SANIYORDUM

Yıkılan bir bina.

Enkazın karşında, olduğu yere çökmüş bir adam.

Gözü yaşlı, büyük bir hüzünle binayı seyrediyor.

Sabit bir noktaya kilitlenmiş, dakikalarca aynı yere bakıyor.

Çevrede haber yapan bir gazeteci arkadaş dramatik tabloyu görünce sormadan edemiyor.

“Amca yıkılan bina senin miydi?”

Cevap bir kitap dolusu yazacak kadar manidar:

“Benim sanıyordum oğlum, benim sanıyordum…”

***

Fırsatçılara fırsat vermeyelim

İnsan kılığında gözüken, aşağılık varlıkları yaşanan acılar ve  dramatik tablolar kendine getiremiyorsa daha ne bekleniyor?

Bu tarifsiz acılara karşı yardım etmek şöyle dursun oradan maddi çıkar elde etmeye çalışan fırsatçı tiplere karşı savaş kanunları uygulanmalıdır.

Siz kimsiniz be? Çıkarcı baykuşlar!

Sürekli kiraya zam derdinde olan, devletin belirlediği sınırları kabul etmeyen, fakat bina depremde sallanınca arkasına bakmadan binası terk edenler siz değil misiniz? Yere göğe sığdıramadığınız binanıza güvenmiyor musunuz? Önce siz oturun da kiraya verdiklerinize de güven gelsin.

Başka bir örnek. Depremin ilk günlerinde otobüs sahibi olan bir hemşerimiz ücretsiz sefer yapar deprem bölgesinden Kayseri’ye.

Bizzat kendi kullanır otobüsü. Kahramanmaraş otogarında perona yanaşıp yolcuları bekler. Yolcular otobüse binerken “ayakçı” tabir ettiğimiz kişinin bir yolcudan çaktırmadan para aldığını görür. Üstelik normal zamandakinden beş kat fazla. Tam bir kepazelik, fırsatçılık, aşağılık gerisini yazmayayım.

Otobüs sahibi hemen polise haber verir durumu anlatır. Polis ayakçıyı alır ve otobüse çıkararak yolculara “bu kişiye para vererek otobüse binen var mı?” diye sorar. Cevap en az 15 kişi. Ücretsiz binmesi gereken yere fahiş fiyatla bindirip cebe atmış. Paraları verenlere paralar iade ettirilir.

Kötü örnek örnek olmaz demiş atalarımız. Çok doğru. Fakat yapanın yanına kar kalırsa kötü örnekler çoğalıyor. O yaptı bir şey olmadı. Bende yapayım diyor sonra. Öyle bir ceza vereceksin ki onlara. İbreti alem olacak.Kimse yeltenemeyecek.

Fırsatını bul suyu fahiş fiyata sat. İnsanlar ekmeğini paylaşırken sen buradan çıkar elde etmeye çalış. Toplumsal dayanışmayı ve iyilik ruhunu yok edenlere verilecek ceza kabahatler kanunu uygulanarak çözülmez. Kesinlikle caydırıcı ceza şart.

Bakın konuyla ilgili bir yaşanmış örnek vereyim. Bir tarihte İngiltere’de geçen bir olay,

Saat 22:00 suları

Merkezi olmayan yerde bir parkta geçer olay.

Kalabalık fazla değil.

İşte o saatte genç bir kız parkta yürürken üç serseri birden önünü kesip laf atar. Genç kız panikler, korkar ve kaçmaya başlar. Sarhoş serseriler peşine düşüp bir süre kovaladıktan sonra parka dönerler.

Genç kız ağlayarak polise sığınır. Akabinde o kişiler gözaltına alınıp mahkemeye sevk edilir. Yargılama sonucu verilen ceza çok anlamlıdır.

İlk fiillerine karşı verilen ceza açıklanır. Sonuç beklendiği gibidir. Fakat hemen arkasından bu cezaya ilaveten 18 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldığı açıklanınca itirazlar başlar sanıklardan.

Mahkeme başkanının cevabı  çok anlamlıdır: “Siz bu yaptıklarınızla genç kızların bu ülkenin parklarında, akşam saatlerinde yürüyemez algısına sebep oldunuz. Buna kimse sebep olamaz. Kim buna yeltenirse cezasını bulur. Herkese ibret olsun.”

Bir kötü olay toplumun tüm reflekslerini iyi duygularını yıllarca sekteye uğratıyor.

Başka yaşanmış bir örnek. Kayseri’den.

Mübarek bir Ramazan Bayramı. Barışın, esenliğin, kaynaşmanın sembolü çok özel günler.

Kırgınların barıştığı, kardeşlik hukukunun doruğa çıktığı müstesna günler.

Çocukların çok sevdiği bayramlaşmalar. Komşularla bayramlaşıp şeker toplamalar.

İkramlar sevgi ve saygının doruğa çıktığı günler.

İşte böyle mutluluğun yaşandığı günü kabusa çevirmek. Üç küçük çocuğumuzu hayattan kopartmak. Başta Talas ve Kayseri olmak üzere tüm yurdumuzda travmaya yol açmak. Olayı herkes biliyor. Detaylarına girip acılarla boğuştuğumuz şu günlerde yeni bir ekleme yapmayacağım şüphesiz.

Bu olayın yol açtığı sonuçları paylaşmak için açtım konuyu. O olaydan sonra çocuklar çok uzun süre bayramlarda hiç bir komşunun kapısını çalamadı, sokakta oynayamadı, parklara tek başına gidemedi. Bütün aileler büyük endişe ve korkuya kapıldılar. Toplumsal bir travma yaşandı.

Tek bir kötülük. Kendini bilmez, ahlaksız, açgözlü, fırsatçı, tokatçı. Hiç bir tarif acılardan maddi manevi menfaat devşiremez. Zam yapamaz. Duyguları sömüremez. Virane baykuşları gibi yıkıntılardan beslenemez.

Ahirete hesaplaşmak için bırakamayız bunları. Mevlam zaten bunların cezasını verecektir. Biz bu dünyada yaptıklarını yanına bırakmamalıyız. Verdiğim örnekte olduğu gibi ailelere bu cehennemi yaşatmaya kimin hakkı var? Çocukların uzun süre üzerinden atamayacağı o duyguları çektirmeye, sapık bir sadist nasıl cüret edebilir?

Kökünü kazıyacaksın kökünü.

Bu günlerde yapılanlar unutulmaz. İyiliklerde, kötülüklerde.

Sadece üç odalı evini değil, yüreğini açan nice insanlar gördük. Depremzede ailelere yaşadıklarını unutturmak için kısıtlı imkanlarını onlara hissettirmemek adına yaptıkları, ne kadar zengin olduklarını gösteriyordu aslında. Maddiyatları kısıtlıydı ama adamlıklarının sınırı yoktu. Ders verdiler insanlık adına dosta düşmana!

Mirzabeyoğlu bu ikilemi çok güzel özetliyor:

Bırak haksıza boyun eğeni,

Sıcak odalardan seyretsin.

Soğuktan ciğeri delinenleri,

Açları, çıplakları…

Malı azalmasın onun,

Teni incinmesin tek…

Bırak karışmayıp seyredeni,

Candan geçen gelsin safımıza…

Çölde susuz nasıl yürürse suya?

Öylesine bir akıştır bizimki…

Kararlı…

İnançlı…

İnatçı…

Her şey,

Aydınlığa çıkmak için.

Her şey,“Mutlak bir” için…

Yorum Yaz